
Aile içi şiddetin gölgesinde toplumsal çıkmaz

Son yıllarda giderek artan ve medyanın sıkça gündemine gelen bir trajedi var: Babaların, eşlerini ve çocuklarını katledip ardından intihar etmesi. Bu olaylar çoğunlukla bireysel psikolojik sorunlarla açıklanmaya çalışılsa da, gerçekte derin sosyolojik temellere dayanıyor. Aile içi şiddet ve intihar vakaları, ekonomik eşitsizliklerden, toplumsal dışlanmaya ve yabancılaşmaya kadar uzanan karmaşık bir sürecin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Sosyolojinin bize öğrettiği şey, insanın iç dünyasının, içinde yaşadığı toplumun dokusundan bağımsız olmadığıdır. Bu vakalar, bireysel ruhsal çalkantıların ötesinde, toplumsal bir krizin patlamalarıdır.
Toplumsal bütünleşme krizi
Émile Durkheim, intiharın yalnızca bireysel psikolojik bir eylem olmadığını, toplumsal bağların zayıflamasıyla doğrudan ilişkili olduğunu savunur. Ona göre, intiharın en yaygın nedenlerinden biri “anomi” yani normların çözülmesi ve bireyin toplumla bağının kopmasıdır.
Bugün ekonomik krizler, işsizlik, artan sosyal baskılar ve aile içindeki değişen roller, bireylerin kendilerini güvende hissetmemesine yol açıyor. Geleneksel toplumlarda aile, bireyler için bir dayanışma mekanizması işlevi görüyordu. Ancak modern toplumda bireyler, kapitalist sistemin getirdiği aşırı rekabet ve başarısızlık korkusuyla yalnızlaşmış durumda. Bu yalnızlık, özellikle erkekler için derin bir çıkmaza dönüşüyor. Bir zamanlar ailenin ekonomik ve duygusal direği olarak görülen erkek figürü, işsizlik veya ekonomik yetersizlik gibi nedenlerle bu rolünü kaybettiğinde kendisini işlevsiz ve değersiz hissedebiliyor.
Durkheim’ın perspektifinden bakıldığında, aile içi cinayetlerin ardından gelen intiharlar, bireyin toplumla olan bağlarını tamamen kopardığı bir noktanın sonucudur. Ekonomik belirsizlikler, sosyal destek mekanizmalarının zayıflaması ve bireylerin yalnızlaşması, bu tür trajedileri tetikleyen unsurlar arasında yer alıyor.
Aileden ve hayattan kopuş
Karl Marx, kapitalist sistemin insanları yalnızca ekonomik olarak sömürmediğini, aynı zamanda onları kendi emeklerinden, toplumlarından ve hatta ailelerinden yabancılaştırdığını söyler. Günümüz dünyasında bireyler, sürekli olarak tüketim baskısı altında ezilirken, kendi hayatları üzerindeki kontrolü kaybetmiş hissediyor. Özellikle ekonomik sıkıntılarla boğuşan erkekler için bu durum, hem kendilerine hem de ailelerine karşı bir öfkeye dönüşebiliyor.
Bir baba, ekonomik baskılar nedeniyle ailesine bakamaz hale geldiğinde, toplumun ona biçtiği "güçlü erkek" rolünü kaybettiğini hissediyor. Bu durum, hem kendisine hem de ailesine karşı bir yabancılaşma olusturuyor. Marx’ın bahsettiği bu yabancılaşma, bireyin sadece çalışma hayatında değil, özel hayatında da kendisini değersiz hissetmesine neden oluyor. Sonuç olarak, şiddet ve intihar bir çıkış yolu gibi görünebiliyor.
Çözüm nerede?
Bu tür olayları sadece “kişisel cinnet” ya da “psikolojik rahatsızlık” olarak görmek, sorunun derinliğini göz ardı etmek anlamına gelir. Bu tür toplumsal olayların durum tespitini yaparken, aynı zamanda
çözüm önerileri de sunmalıyız:
• Ekonomik Politikalar: İşsizliği azaltmaya yönelik politikalar, bireylerin ekonomik belirsizlikler karşısında daha güçlü durmasını sağlayabilir.
• Psikososyal Destek: Özellikle erkeklere yönelik psikolojik destek programları ve kriz merkezleri, yaşadıkları baskıyla baş etmelerine yardımcı olabilir.
• Toplumsal Dayanışma Ağları: Aile ve mahalle dayanışmasını artıracak sosyal politikalar, bireylerin yalnızlaşmasını önleyebilir.
Aile içi şiddet ve intihar vakalarının önlenebilmesi için ekonomik adaletin sağlanması, sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve bireylerin yalnızlaşmasını önleyecek politikaların geliştirilmesi şarttır.
Devletin ve sivil toplum kuruluşlarının, bireylerin yalnız olmadığını hissettirecek sosyal programlar oluşturması, işsizlik ve yoksulluk gibi temel sorunlara yönelik kalıcı çözümler üretmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, bugün haber bültenlerinde dehşetle izlediğimiz bu olaylar, yarının kanıksanmış gerçekleri haline gelecektir.
Sonuç olarak, yaşadığımız bu trajik olaylar, yalnızca bireysel psikolojik krizlerin değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümlerin bir yansımasıdır. Toplum olarak yalnızca sonuçlara odaklanmak yerine, bu tür olayların nedenlerini anlamaya ve çözüm üretmeye çalışmalıyız. Unutmayalım ki, bireyin çöküşü, toplumun çöküşünün habercisidir.