
Hemşehri dernekleri: Kısır döngüden çıkamayan yapılar

Sivil toplum kuruluşları, demokratik toplumların en önemli unsurlarından biri olmalıdır. Çünkü sivil toplum, bireylerin örgütlenerek ortak amaçlar doğrultusunda hareket etmesini sağlayan en güçlü mekanizmalardan biridir. Ancak Türkiye’de özellikle hemşehri dernekleri ve federasyonları söz konusu olduğunda, bu kuruluşların büyük çoğunluğu ne yazık ki toplumsal bir harekete dönüşememekte, kendini tekrar eden kısır bir döngü içerisinde varlığını sürdürmektedir.
Bu başarısızlığın birkaç temel sebebi var. Öncelikle, mikro milliyetçilik anlayışı, bu tür yapılanmaların en büyük handikaplarından biri olarak öne çıkıyor. Hemşehri dernekleri, kökenleri ve ortak kültürel bağları temel alarak bir araya gelen toplulukları temsil etmeli ve güçlendirmeli. Ancak ne yazık ki, bu kuruluşların büyük bir bölümü, kendi içlerinde dar bir çerçevede sıkışıp kalıyor. Birbirini destekleyen, ancak farklı düşünenleri dışlayan bir anlayışla hareket ediliyor. Bu da derneklerin ve federasyonların toplumun daha geniş kesimlerine hitap etmesini engelliyor.
Bir diğer önemli sorun ise, nitelikli ve eğitimli bireylerin bu kuruluşlar içinde yeterince yer almaması ya da yer almak istememesidir. Bu kuruluşların çoğu, bireysel çıkarların, küçük hesapların ve iç çekişmelerin öne çıktığı yapılar haline gelmiştir. Oysa nitelikli ve vizyon sahibi bireylerin katkısı olmadan, bir topluluğun gelişmesi ve ilerlemesi mümkün değildir. Ancak bu tür derneklerde liyakatin değil, kişisel ilişkilerin ve aidiyetlerin belirleyici olması, değişim oluşturabilecek insanların bu yapıların dışında kalmasına neden oluyor.
Bunun yanı sıra, her önüne gelenin ayrı bir dernek veya federasyon kurması da birlik ve beraberliği zedelemekte, yapılacak nitelikli çalışmalara engel olmaktadır. Ortak bir amaç ve güçlü bir vizyon etrafında birleşmek yerine, kişisel hırslar ve küçük grupların çıkarları doğrultusunda sürekli yeni yapılar oluşturulmaktadır. Bu durum, hem kaynakların bölünmesine hem de var olan potansiyelin etkili bir şekilde kullanılamamasına neden olmaktadır. Bu tür örgütlenmeler güçlenmek yerine zayıflamakta, toplumsal fayda üretme misyonundan uzaklaşmaktadır.
Daha vahimi ise, birey olarak kendini inşa edememiş, kişisel gelişimini tamamlamamış kişilerin bu derneklerde söz sahibi olmasıdır. Toplumsal sorunlara çözüm üretecek bilgi, birikim ve donanımdan yoksun kişilerin yönettiği kuruluşlar, zamanla yalnızca kendi varlıklarını sürdürmek için faaliyet gösteren, topluma hiçbir katkısı olmayan yapılar haline geliyor. Bu noktada, sivil toplum kuruluşları birer çözüm üretme merkezi olmaktan çıkıp, yalnızca belirli kişilerin statü kazandığı, etkinlik ve toplantı düzenlemekten öteye geçemeyen birer platforma dönüşüyor.
Bu yapılar, köklü bir zihniyet değişimi yaşamadıkça, toplumsal fayda üretme misyonunu yerine getiremedikçe ve gerçekten liyakatli insanlara alan açmadıkça, içinde bulunmanın zaman kaybı olduğunu düşündürmektedir. Gerçek değişim, ancak yeni bir bakış açısıyla mümkün olabilir. Umuyorum ki, bir gün hemşehri dernekleri de bu değişimi sağlayabilir ve toplumun gerçek sorunlarına çözüm üretebilecek kapasiteye ulaşır.