
Normal insan ve düzenin ötekileştirdikleri

Batı, özellikle Aydınlanma sonrası insanı anlamak için büyük bir çaba gösterdi. Modern insan kavramı, bireysel özgürlüğü, rasyonelliği ve ilerlemeyi temsil ederken, son yıllarda bu kavramın yerine "normal insan" kavramı konuşulmaya başlandı. Peki, normal insan kimdir? Ya da daha doğrusu, düzenin ötekileştiremediği insan nasıl bir figürdür?
Düzen ve Ötekileştirme Mekanizması
Ötekileştirme, bir grubun ya da bireyin belirli bir sistemin dışında bırakılması, marjinalleştirilmesi olarak tanımlanır. Michel Foucault, iktidarın bilgiyi nasıl ürettiğini ve bireyleri nasıl disipline ettiğini analiz ederken, toplumun "normal" dediği kalıpları nasıl oluşturduğunu anlatır. Normal dediğimiz şey, aslında egemen düzenin belirlediği, kabul edilebilir olan insan modelidir. Ancak Foucault'nun vurguladığı gibi, iktidar sadece yasaklar koyarak değil, aynı zamanda normlar üreterek bireyleri şekillendirir.
Burada mesele, düzenin ötekileştiremediği insanın kim olduğudur. Çünkü sistem, bazılarını açıkça ötekileştirir; etnik kimlikleri, inançları, ya da politik görüşleri nedeniyle. Ancak bazı insanlar vardır ki, ne sistemin marjinalize ettiği gruplara tam olarak dahildirler ne de düzenin içinde tam anlamıyla eriyip giderler. İşte bunlar, ötekileştirilemeyenlerdir.
Ötekileştirilemeyenler: Normal İnsanlar
Normal insan, bireysel ve toplumsal taleplerini bilen, kendini tanımlayabilen ve düzenin araçları karşısında bilinçli durabilen insandır. Günümüz toplumlarında bu insanları genellikle bağımsız düşünebilen, tüketim kültürünün kölesi olmaktan kaçınan, sorgulayan ve kendi değerlerini belirleyen bireyler olarak görürüz.
Örneğin, medya tarafından dayatılan hayat tarzlarını reddeden, sosyal medyanın manipülasyonlarına kapılmayan ya da politik kutuplaşmalara körü körüne dahil olmayan bireyler, düzenin tam olarak şekillendiremediği insanlardır. Onlar ne sistemin mağduru ne de tam anlamıyla sistemin savunucusudur. Bu insanlar, yaşama yönelik kendi anlamlarını üretenlerdir.
Bugün dünyada, özellikle sosyal medya çağında, bireyler ya bir grubun parçası olmaya zorlanıyor ya da marjinalleştiriliyor. Ama tam da bu noktada, "normal insan" dediğimiz birey ortaya çıkıyor.
Tüketim kültürünü reddedenler: Minimalist yaşam tarzını benimseyen, kapitalizmin sürekli tüketmeye teşvik ettiği dünyada az ile yetinmeyi seçen insanlar.
Sosyal medyanın baskısına boyun eğmeyenler: Onaylanma arzusuna kapılmadan, popüler görüşlere esir olmadan kendi düşüncelerini ifade eden bireyler.
Kendi ahlaki pusulasına göre hareket edenler: İdeolojik kamplaşmalardan uzak duran, politik doğruculuğun ya da aşırı uçların baskısı altında kalmadan kendi vicdanı ve aklıyla hareket eden insanlar. Bu noktada, Pierre Bourdieu’nün "habitus" kavramını hatırlamak gerek. Bireyler, içinde bulundukları sosyal yapının etkisinde olsalar da, kendi pratikleriyle sistemi dönüştürebilirler. Yani, normal insan, düzen tarafından belirlenmiş rollerin dışına çıkabilme cesaretine sahip olandır.
Normal olmak direnmektir!
Bugün modern dünyanın dayattığı kalıplar içerisinde "normal insan" olmak, aslında bir tür direniştir. Kendi yaşamını şekillendiren, hayatın akışına kapılmadan yolunu çizebilen insan, düzenin ötekileştiremediği insandır. Çünkü ötekileştirme, genellikle sistemin tanımladığı kalıplara tamamen uymayan ama ona da karşı duramayan insanlara uygulanır. Oysa normal insan, düzenin dayattığı kalıplara sığmayan ama bu kalıpların içinde de kaybolmayan kişidir.
Sonuç olarak, bugünün dünyasında en radikal eylemlerden biri, gerçekten "normal" kalabilmektir. Ne sistemin tüketim çılgınlığına kapılmak, ne de ötekileştirilmiş grupların mağduriyet söylemleriyle hareket etmek… Sadece, insan olmanın sorumluluğunu taşımak ve ne istediğini bilmek. Belki de modern çağın en büyük başarısı, bu bilinçli normal insanları çoğaltabilmektir.