Sabahın üçü

Hep dizi film tavsiye etmek olmaz. Arada kitap da tavsiye edeyim. En son okuduğum kitap Sabahın Üçü. Bazı kitaplar vardır çok basit görünürler ama çok etkileyicidirler. Okudukça hüzün de çöker omzunuza, neşe de sarar etrafınızı. İşte Sabahın Üçü öyle bir kitap. İtalyan yazar Gianrico Carofiglio'nun bol bol Akdeniz rüzgarı bahşeden kitabı nihayetinde bir Akdeniz kenti olan Marsilya'da soluklanıyor. Soluklanıyor mu dedim nefes nefese kalıyor da diyebiliriz. Aslında bir baba-oğul hikayesi olan bu tatlı roman; bundan da daha fazlası!
Kitabın sürükleyici ve insanı sıkmayan tarafını sevdim. Yazarın uzun uzadıya olmayan kısa ve anlaşılır betimlemeleri ile Marsilya sahilinde ve sokaklarında dolaşmayı sevdim. Kitap boyunca sık sık selam yollananları sevdim. Miles Davis için müzik tarihinin en iyisi demelerini sevdim ki bu yazı şu an Davis dinleyerek yazılıyor. Yannis Ritsos'u anmalarını ve onun bir şiiriyle selam bahşetmelerini de sevdim.
Şayet oyalanmak için bir şeyler okumak istiyorsanız Sabahın Üçü iyi kitap. Hatta kitaptan bir alıntıyla izah etmek gerekirse; “Ciddi okumak için okunanlar vardı bir de oyalanmak için okunanlar. Oyalanmak için okur ve zihnine izin verirdin...” Zihnime izin verdim. Hatta “zaman öldürdüm” de diyebilirdim ama kitapta buna da gönderme var. Demişler ki; “Zaman öldürmek ne aptalca bir tabir. Zamanı öldürmemize falan gerek yok. O zaten bize ihtiyaç duymadan geçip gidiyor...” Ve tabii şuna da bayıldım; “Ne kadar geç oldu erkenden...” Ha bir de unutmayın hiç mi hiç fark etmez;
“Ruhun gerçekten karanlıklar içine düştüğü gecede saat daima sabahın üçüdür...”

Bir dizi tavsiyesi
Soğuk kış günleri kapımıza kadar gelmiş ve kar da camın ardında bütün beyaz ihtişamı ile yağıyor iken ülkenin gündeminden ve gündelik telaşlardan uzak başka sanki hiçbir derdimiz yokmuş gibi bir dizi tavsiye edeyim size. Dizinin adı Snowpiercer. Güzel dilimizdeki karşılığı “Kar Küreyici.” Dünyada bilim insanları ve siyasetçiler ile iş insanlarının daha çok para hırsı bir takım felaketlere yol açıyor ve bazı nükleer hareketler donmanın önünü açıyor. Buzul çağı yeniden başlıyor. İnsanlık için dünyanın sonu geliyor.
Şehirler ve insanlar donarak ölüyor. Sadece snowpiercer adını verdiğimiz trene binen insanlar hayatta kalıyor. Tren hiç durmadan hababam hareket ederek ölü dünyanın etrafında bir hayat damarını andıran rayların üzerinde seyralıyor. Ve trenin içinde birinci sınıf, ikinci, üçüncü sınıf yolcular ile kaçak binenler. En öndeki birinci sınıfta şampanyalar içilip dünyada pek az kalan dana biftekler yenirken kaçak binenlerin vagonunda insanlar açlıktan yamyama dönüşecek hale geliyor. Nihayetinde trenin içinde bir savaş başlıyor.
Devrimciler bir yanda sermaye sahipleri bir yanda. Hayatta kalma savaşı ve insan gibi yaşamak gayreti. Yine trenin içinde aşklar, dostluklar, ihtiraslar ve hayata dair her şey… Özellikle ilk iki sezonunu çok beğendim. Netflix’te yer alan diziyi tavsiye ederim. Keyifle izleyebilirsiniz…

Bir başka dizi tavsiyesi daha
Size güzel bir dizi tavsiye etmeye geldim; Olive Kitteridge…
Bazı kitaplar vardır bazı filmler bazı şarkılar ve bazı diziler. İzlersin, dinlersin, okursun ve nihayetinde yolda yürürsün de montunun bir parçası takılıverir hani bir dikenli tele. Öyle bir parça koparır senden. Yürür gidersin ama aklın dikenli tele kalan o parçadadır bir müddet. İşte Olive Kitteridge benim için öyle bir dizi oldu. 10 yıl evvel çekilmiş ve şimdiye değin hiç haberimin olmadığı bu şahane eseri sevgilimin tavsiyesi ile izledim. Travmatik, dramatik ve insana dair!
Daima kendi haklılığına inanmış ve “ne yapsam doğrudur” düsturu ile yaşayan 'geçimsiz' ve kendi tabiriyle 'Kuzey'in Cadısı' bir kadınla; sevmeye, sevilmeye aç bir adamın trajik hikayesi. Diziyi izlerken fark ediyorsunuz ki sofraya oturduklarında hiçbir yemek ağız tadıyla yenmiyor. Evin erkeği çiçek gönderiyor kadınına. Kadın çiçekleri bir yere atıp, adamın yazdığı notu da çöpe atıyor mesela öylece. Gülümseyerek günaydın diyor adam kadın beş karış suratıyla; 'kahven hazır' deyip çıkıyor evden. Spoiler olmaz artık. 10 yıl geçmiş. Anlatıyorum o yüzden.
Babası intihar etmiş, annesi alkolik bir kadın. Muhtemel dünyaya ve hayata karşı sevgisiz ve inançsız yetişmiş. Kocasının çiçekler açan sevgisine bile kıymet vermeyişi bundan. Öyle ki alkolik bir adam ile kaçıp gitmeye, kocasını ve oğlunu terk etmeye hazır!
Dizinin en can alıcı sahnelerinden birinde; iki kahramanımızda bir hastanede esir alınırken ve belki az sonra öleceklerini düşünerek birbirlerine karşı nefretlerini kusuyor. Korku derim hep insanın yaratıcılığını ve hayal gücünü tetikleyen güçlü bir duygudur. Ve korku dahi cesaret saklar içinde! Bu dizide korku tetikliyor işte her şeyi. Aslında herkesin bildiği ama hiç söylenmeyen taşlar dökülüyor etekten!
“O adamla kaçacaktın diyor” adam. Sonra; “Sen de o Katolik sevgi pıtırcığı kıza ilgi duyuyordun” diye suçluyor kadın adamı. Bir hırgür, itiraflar ve sonra yüzlerce yara almış tekneyi onarıp güç bela denizde yelken açma gayretine devam etme telaşı.
Dizinin introsu bile çok güzel. İnsanın ruhuna dokunup geçen bir yapım. Esasen bir kitap uyarlaması imiş ama kitabını okumadım. Yine de dizisi görsel bir şölen, şahane bir izlence oldu.
Ve sonunda dram, bütün gerçekliğiyle bütün bahşsettiği huzursuzluğuyla balık yerken ağza gelen kılçık gibi geldi yerleşti ağza! Adam öldü. Evlat gitti. Kasabada kendi gibi yaşlı ve huysuz bir adama sarıldı kadın. Adam dedi ki; “Karım bir azize idi ve ben onu aldattım...” Kadın da dedi ki; “Kocam beni hep çok sevdi ama ben de onu aldattım ya da aldattım sayılır...” - “Şimdi canımız yanıyor” dedi adam...
Nihayetinde; anlardan ibaret hayat. “O sakin ve sıradan anların hayatlarının en mutlu anları olduğunu içten içe biliyorlar mıydı? Muhtemelen hayır. Hayatlarının en mutlu anlarını yaşayanlar genelde o anları yaşarken değil, yıllar sonra geriye dönüp baktığında anlardı bunu...”
Yerel siyasete dair bir eleştiri
CHP'li ya da DEM'li fark etmez kayyum atanan belediyelerin olduğu ilçelerde iktidar kanadındaki yerel siyasetçilerin büyük büyük konuşmalarını çok acınası buluyorum. Yani rakibini sandıkta yenememişsin, hükümet eliyle zihniyetini iktidara taşımışsın hala pişkince konuşuyorsun. Esenyurt mesela. AK Parti İlçe Başkanı Togay Çoban, basına kahvaltı verip toplantıda CHP'li yönetimi eleştirmiş. Yahu CHP'li yönetimi sandıkta 2 dönem yenememişsin. Üstüne CHP'nin belediye başkanı hapse atılmış. Kayyum eliyle ilçede iktidar olmuşsun. Konuşmaya hicap duyar insan. Benim rakibim beni demokratik yarışta geçecek, yenecek. Benim ağabeylerim onu görevden alıp hapse atıp beni iktidar yapacak ben de gazetecileri karşıma alıp "şöyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz" deyip, eski yönetimi eleştireceğim. Nereden baksan tutarsızlık nereden baksan ayıp! Sırrı Süreyya Önder şey demişti hani; "Sürekli 'Allah bizi utandırmasın' diyorsunuz. Allah en son duanızı kabul etti ve utanma duygunuzu aldı..." Hakikaten iktidar kanadındaki genelden yerele tüm siyasetçilerin tezahürü budur.