Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Hafif yağmur
6°
Ara

Kar yağıyor içim üşüyor!

YAYINLAMA:
Kar yağıyor içim üşüyor!

Karlı günlerde kahvemi alıp penceremin önüne geçmeyi, dalları beyaza bürünmüş çınar ağacını seyretmeyi seviyorum. Bugün de lapa lapa kar yağıyor. Çatalca, dört mevsim renk değiştiren doğasıyla kar beyazına bürünmüş. İnsanlarda tatlı bir telaş var; marketler, manavlar hareketlenmiş. Belki de akşama elektrikler kesilir, yiyeceksiz kalırız korkusuyla herkes hummalı bir hazırlık içinde.

Köyden gelen öğrenciler yollar kapanmasın diye erkenden yola düştü. Ne yazık ki iki santim kar yağınca bile hayatımız felç oluyor: yollar kapanıyor, kazalar artıyor, elektrikler kesiliyor. Yalan yok, ben yaz insanıyım. Sıcağı seviyorum. Hatta yazın bile içim üşüyor bazen. Kışı getirmeyi değil, canım çektiğinde kışa gitmeyi seviyorum. Yine de tek dileğim, bu kar yağışını en az sorunla atlatmak.


Aklıma eski bir söz geliyor: “Abdala, ‘Kar yağıyor.’ demişler, ‘Titremeye hazırım.’ demiş.” Yoksulluk içinde yaşamaya alışmış insanlar, zor şartlara pek aldırmaz. Oysa varlıklı biri için sıkıntı olan her şey, yoksul için sıradan bir hayat gerçeğidir.

Yine de karın yağışı bir başka güzeldir. Hele ki yanınızda sıcak gülüşlü bir dostunuz varsa… Bir fincan kahve eşliğinde pencere kenarında karı seyretmek, sohbet etmek, şömine başında sucuk ekmek yemek ya da kanepeye uzanıp güzel bir kitap okumak kış günlerinin en keyifli anlarıdır.

Ama belki de en güzeli montunuzu giyip kendinizi dışarı atmaktır. Yavaş yavaş yürümek, soğuğun zihninizi açmasına izin vermek… Hatta çocukluk hatıralarına dönmek! Kim kar tanelerini yakalamaya çalışmadı ki? Kim karın içinde yuvarlanıp mutlu olmadı? Kar bir yanıyla hayallere, bir yanıyla hatıralara çağırır insanı.

Benim zihnimde kar yağdığında hep çocukluk günleri canlanır. Kasabadaki okula gitmek için minibüs bekleyişlerimiz… Minibüsün bayırı çıkamayıp üç kilometreyi yürümek zorunda kaldığımız o anlar… Ama yine de içimizdeki çocuksu mutluluk hiç kaybolmazdı.

Kar taneleri gibi değil miyiz aslında? Kimimiz yere düşer düşmez yok oluruz, kimimiz bir süre tutunuruz. Her birimiz kendi kaderine doğru süzülen küçük, eşsiz varlıklarız.Şimdi, karın manzarasına bakarken içimde resim yapma arzusu uyanıyor. Ama önce bu köşe yazısını bitirmek istedim. Çünkü kar bazen dışarı değil, içimize yağar. Öyle anlarda yüreğimiz buz keser, kelimeler donup dudaklarımızın ucunda kalır. Tek bir söz bekleriz, bazen bir harf, hatta bir nokta bile yeter olur.

İnsanın içi üşüdüğünde, bir şarkı mırıldanır belki. Ama ayazdan kısılan sesi kendisi bile fark etmez. Söyler ve dinler. O an anlar ki sanat da böyle bir şeydir. Sanattan anlamak için bir formül, görmek için bir tabela yoktur. Çünkü sanat, insanın kendisini anlamasıyla başlar. Kendini anlamayana sanat ne ifade edebilir ki?

Kanadalı dâhi piyanist Glenn Gould geliyor aklıma. Bach’ın eşsiz yorumcusu… Kanada’nın soğuk ikliminde doğmuş olmasına rağmen soğuktan nefret ederdi. Öyle ki, sıcak Florida’da bile bere ve eldivenle konser vermişti. Çünkü onun da asıl üşüyen içiydi.

Düşünüyorum da, insanın iç üşümesiyle sanat arasında bir bağ olmalı. Belki de bu yüzden kış geldiğinde içimize döneriz, sanata sığınırız. Ve belki de bu yüzden karın beyaz örtüsü bize hayaller kurma vakti verir.

Kar yağıyor… İçim üşüyor. Ama bu üşümenin ardında, belki de sanatın derinliği saklıdır.


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *