Müteahhit Cumhuriyeti
Konumuzda bahsedeceğimiz yer küremizin herhangi bir ülkesi, isteyen kendi ülkesini de bunu benzetebilir. Sorun sanayileşme ve ardından makineli üretimin hızla gelişerek tekelleşerek mali sermayenin önemli bir güç haline gelmesi. Ardından ürettiklerini pazarlama ve düşük maliyetli maden ve iş gücü temini. Enerjinin devamlılığı ve yeraltı maden ve kaynakların yeniden pazar paylaşıma ve bu sefer silahla bunu gündeme getirmeleri küresel bir savaşı getirdi. Savaş sonunda pazar paylaşımda ortada olan pasta küçüldü ve güneşi batmayan krallığın tahtı sallanmaya başladı.
Savaşın bitişi yeni bir dönem olsa bile bunun yaşama yansıması hem ekonomik hem de sosyal yönleriyle politik bir kargaşa ortamıydı. İşte bu kargaşa ortamında kurulu sistemin tekelciliği ve mali gücünün en kadar gaddar, acımasız, dindar, kindar, ırkçı ve silahlı kanadının hâkim güç olarak ortaya çıktığını gördü. İşgal ve savaş en acımasız biçimde katliam ve yok etme olarak devam etti. Kurulu sistemin en kanlı uygulaması özellikle İtalya da “faşizm” Almanya da “nasyonal sosyalist” olarak ortaya çıktı. Ekonominin ve toplumun silahlı kanadı eli kanlı bir yönetim biçimi olarak icraatına başladı. Amaçları pastanın tekrar paylaşılması bunu yaparken din ve milliyetçilik söylemi yaparak kölelik, katliam, sürgün yok etmeyi meşru gören zihniyet kurulu sistemin en kanlı ve acımasız yasası haline geldi.
Savaş acımasızca sürdü. Kurulu sistemin çeperinde olan diğer ülkeler bile buna tepki göstererek karşı çıktı. Sistemin baş jandarması ABD olurken pazar alanları giderek daha da daraldı. Pazar alanından çıkan ülkeler ulusal demokratik devrimlerini yapmaya başladı. Yeni bir güç yeni bir anlayış temelinde ekonomik ve politik çıkış yoluna girildi. Kurulu sistemin içinden çıkmak ve ayrı bir sistem oluşturmak öyle kolay değil. Ülkelerin dışa bağımlı sanayisi, ürettiği tarımsal ürünleri pazarda satamaması ekonomik abluka ve dış borca karşı önlem alması gerek. Ülkenin ekonomik ve sanayi temelinde yeterli ortamın sağlanması ve dış borçların ödenmesi için gerekli koşulların yaratılması lazım. Kurulu sistem “kapitalist emperyalizme” karşı ekonomik, politik, askeri ve sosyal olarak duruş göstermeli. Çarlık Rusya’nın devrilmesi ardından iktidara gelen Bolşeviklerin devrim ve sosyalizm şiarını temel ilke yaparak kurulu sitemin karşıtı bir sistem oluşturmaya çalışıyordu. İkinci pazar paylaşım savaşı sonunda bu çeper daha da genişledi. Kurulu sitem dışına çıkan ülkeler yeni oluşan sisteme dâhil oldu. Çok geçmedi kendi aralarında ayrışıma girdiler, birbirlerini düşman bellediler. Hatta daha da ileri gidip “düşmanımın düşmanı dostumdur” dedikleriyle kendi ülkelerinin işbirlikçi müteahhit’i oldular.
Oysa daha dün ortak karşı çıktıkları kurulu sistem yani asıl toplum düşman onlardı; yüz yıllardır bencil, sömürücü, ırkçı, dinci ve kindar olarak toplumu bölendi. Sistemin en gaddar acımasız, eli kanlı faşist ve askeri diktatörlerini özellikle gelişmekte olan ülkelerde iş başı ettirdi. Kendi yapamadıklarını yerli işbirlikçilerine taşeronlara ihale ettiler. İhaleyi alan taşeron yani “müteahhit” görevini yapar. Kurulu sistem çıkarlarının devamı için hemen her şeyi manevi değerlerden, soframızda ki ekmeğe, içtiğimiz sudan yaşamımızı devam ettirdiğimiz bu topraklara ve eğitime dair karışmakta. Toplumun haber ve bilgi alma kaynaklarını, güvenliğini dahası yaşama dair ne varsa müdahale eden. Suyun akışını değiştirip havanın kirliliğini arttıran yaşam kalitesini dibe vurdurup ülkeleri kapalı cezaevine çevirdi. Basılmamış yayımları, sorunların dile getirilmesini, dertlerin anlatılmasını, ortak değerlerde buluşup örgütlenmesini yasakladı.
Yönetim erkinin tepesindeki bir avuç mutlu azınlık kendi içinde “al güm ver gülüm” yapar. Sınırları doğal olmayan ülkeleri tel örgülerle beton duvarlarla çevirip ekonomik ve askeri olarak ayrıştırdı. Yer küremizin ekonomik ve askeri gücü başta kendi ülkesi olmak üzere diğer ülkeleri kendi etrafında öbekleştirdi. Merkezi yönetim ayrıcalıklı küçük bir grubun elinde, bu grup kendi arasında el değiştirse bile kurulu sistemin yönetim biçimi hala devam etmekte. Sorunlu olan ülke/bölgenin yöneticileri “müteahhitleri” asker ya da sivil olarak yer değiştirmekle kalmayıp toplumun geleceğini bile yok etmekte.
Dün “bizim çocuklar” dedikleri asker ve sivili Panama başta olmak üzere ABD de kontra-gerilla eğitimi verdirenler bugün onları maşa olarak kullanmakta. Müteahhit sadece bizim bildiğimiz inşaat da değil yaşamın her alanında onları görüyoruz. Yeraltından maden araması, baraj ve elektrik santrallerinin yapılması, rüzgâr enerjisinden yararlanma tüm bunları yaparken doğayı katletmekten çekinmemekle. Kimini köprü, yol, tünel, demiryolu, havaalanında, kimilerini adliye sarayı, cezaevi ve toplu konut yapımında görüyoruz. Kimini de değişik kimlik ve kılıkta devlet yöneticisi olarak karşımıza dikilmekte. Kimini de kamu kuruluşlarında toplumun çıkar, menfaati ve sağlığını hiçe sayarak maddi çıkar için müşteri temsilcisi kılığında görmekteyiz.
Devleti müteahhitler yönetmekte. Onların ihale dosyalarını kesin hesaplarını üç kuruş menfaat için kişiliğini satanlar yapmakta. Muteahhitin adamı vekil belediye başkanı seçilmekte, onun adamı bakan “genel” müdür olmakta, onun adamı yakası kalkık, omuzu kalabalık ve beli silahlı olarak kırmızı halı üzerinde görünmekte.
Adaletin işlemediği, yasaların çiğnendiği bir avuç mutlu azınlığın çıkar ve menfaatinin düşünülüp uygulandığı bir yönetim erki ve onun etrafında öbekleşen sus payı ile “yetmez ama evet” diyen bir çıkar çevresi var. Yıllardır iktidar muhalefet oyunu oynayan aslında toplumsal yaşamda gerçekten farklılıkları çok küçük olan bu yönetim erki, kurulu sistemin başında, ayak işlerini yönetmek için “yakası kalkık, omuzu kalabalık ve beli silahlı” güçleri taşeron olarak kullanmakta. Müteahhitlerin yönettiği “cumhuriyet”(!) kurulu sistemin devamını sağlamaya devam etmekte.