Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!
24 Ocak’ta, kahpece katledilen gazeteci-yazar Uğur Mumcu (1993) ve Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ı (2001) saygı ve özlemle andık. Mumcu yaşamını yitirmeden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmakta, Okkan da teröre, özellikle Hizbullah terörüne karşı büyük mücadele vermekteydi. Evinin önünde kurşunlanarak öldürülen Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Kurucu Genel Başkanı Muammer Aksoy’u (1990) da 31 Ocak’ta anacağız. Aksoy, katledilmeseydi, sonraki gün yapacağı basın açıklamasında şu cümleyi de okuyacaktı: “Uygarlıktan yana olanlar, gerilikten yana olanlar kadar yürekli ve özverili olmadıkça, Türkiye’nin aydın ufuklara doğru gidişi sürdürülemez, dahası ortaçağ karanlığına gömülmesi önlenemez.” Bu aydınlarımızı şehit edenler bulunamadı yani adalet işlemedi!
Türkiye, 2025’in Ocak ayında bir felakete uyandı. Bolu Kartalkaya’da, bir otelde yaşanan yangın faciasında, ihmaller yüzünden 78 insanımızı kaybettik. Rahmet üzerlerine olsun, kederli ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Özellikle bu yüzyılın başından beri, yaşanan her âfet, katliam gibi her kaza kadere bağlanıyor. Hesap veren de yok sorumluluk alan da! Ateş sadece düştüğü yeri yakıyor. Kur’an’da ölçü anlamında kullanılan kader kelimesi, adalet, liyakat, insan hakları dendiğinde bir kadersizliğe yani bir ölçüsüzlüğe dönüşmüş. “Kendinizin, ana-babanızın ve en yakınlarınızın aleyhinde de olsa, zengin veya fakir de olsa adaletten uzaklaşmayın,” sözcüklerinin bir anlam ifade etmesi ve yitip gidenler için adaletin işlemesi dileğimdir. Konumuza gelirsek… Mekkî surelerle ilgili vatandaş okumamızın on dokuzuncusundayız.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre otuz beşinci sure “Kamer” dir. (Ay) Surede geçen göksel kavramlar Biz ve Ben’dir ve hitap Muhammed peygamberedir. Sure; “Saat / Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.” uyarı cümlesiyle başlar. Buharî ve Müslim’in Enes’ten rivayetine göre surenin iniş nedeni; Hicret’ten evvel Mekkelilerin, bir mucize göstermesini istemeleri üzerine Muhammed peygamberin onlara ayın yarıldığını iki kez göstermesidir. Diğer bir rivayette İbni Mesud, Muhammed peygamberle Mina’dadır. O sırada Ay iki parçaya ayrılır; bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önündedir ve Muhammed peygamber, “şahit olun,” demiştir. (H.B. Çantay) Mekkeli inkârcılar için bu durum “süregelen bir büyü” dür.
Ayeti destekleyen hadis rivayetleri zayıf bulunmuş ve ifadelerin alegorik olduğu düşünülmüştür. Kimi yorumculara göre de “Ay yarıldı” ifadesi, Kıyamet Günü’nden önce meydana gelecek olan kozmik bir felakete işarettir. Ay’ın bölündüğü konusunda bilimsel bir kanıt ise henüz yoktur. 1-8. ayetlerdeki kıyamet döngüsüne göre; “çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye” çağırır, boyunlar sündürülerek başlar eğilir, gözler çağırıcıya dikilir ve “yayılan çekirgeler gibi” kabirlerden çıkılır. Yayılan çekirgeler metaforunun nedeni, çöl çekirgesi salgınlarının Arap Yarımadası’nda binlerce yıldır biliniyor olması mıdır? Denizde-havada vücutları tamamen yok olanların durumu burada çizilen kıyamet tablosunda da yer almaz. Sure; bir topluma / yöneticiye gönderilen elçi, elçinin yalanlanması ve Tanrısal bir azapla yok ediliş döngüsü ile sürer.
İlk örnek Nuh kavmidir. Tevrat’a göre Nuh, Lemek’in oğludur, tufan olayını kotaran da Rab’dır. Kur’an’daki Nuh da “mecnun” olarak görülür ve “konuşması” yasaklanır. (H. Atay) “Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin,” ifadesi Muhammed peygamber için de kullanılmıştır. (Kalem, 2) Nuh, “ben yenik düştüm, bana yardım et,” diyerek yalvarır. Biz “boşalan bir su ile göğün kapılarını” açar, “yeri de kaynaklar halinde” fışkırtır. Nuh, “yüzen kalaslardan yapılmış ve tahta mıhlarla mıhlanmış olana” bindirilir. Ardından yeminle sorulur: “Biz onu bir belge olarak bıraktık, bir hatırlayıp anlayan var mıdır?” Ben devreye girerek meydan okur: “Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)!” Tufan olayı daha önceleri de pek çok masalda, inanışta yer almıştır. (Sümer, Türk, Maya, İnka, Grek, Hint, Çin, Endonezya mitolojileri)
İkinci örnek Âd kavmidir. “Âd, Nuh’un torunlarından Avs’ın oğludur. Avs’ın babası İrem (Aram), onun babası Hz. Nuh’un oğlu Sam’dır. İrem kelimesini bir kişi adı kabul eden Müslüman tarihçi ve müfessirler de onun şeceresini İrem b. Sam b. Nuh olarak vermektedirler.” (TDV İslam Ans.) Sureden devamla, Âd kavmi elçiyi yalanlar ve Biz, üzerlerine “uğursuz mu uğursuz bir günde, insanları sökülmüş hurma kütüğü gibi kopararak yere seren dondurucu bir rüzgâr” gönderir. Ardından Ben yine meydan okur: “Benim azabım ve uyarmalarım nasılmış?” Üçüncü örnek Semud kavmidir. Bu kavim, İrem’in diğer oğlu Âbir’den torunu Semud’un kavmidir. Biz, onları denemek için dişi deveyi gönderir. Elçi’ye, “suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver,” denir; ancak bir arkadaşları atılıp hayvanı sinirler. Biz “onların üzerine korkunç bir ses” gönderir; “ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi” kırılıp dökülürler. Dördüncü örnek Lut kavmidir. Lut, Terah’ın çocuklarından Haran’ın oğlu ve İbrahim’in yeğenidir. Tevrat ve Kur’an’daki benzer ifadelere göre Lut kavmi de uyarıları dinlemez; Biz de üzerlerine taş yağdırır. Lut’un konuklarından “murat almaya” kalkışanların gözleri kör edilir, Lut ailesi ise sabaha karşı kurtarılır. Ben; “azabımı ve uyarmalarımı dinlememenin sonucunu tadın,” der. Bu dört kavmin yok edilişinin ardından: “Andolsun biz Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?” ifadesi gelir. Âd ve Semud için çok eski Arap kavimleridir dense de bunlara gönderilen elçilerin soyları Tevrat’ta verilmiştir. Neden bu örneklerle Arap kavmine hatırlatma yapılmakta ve öğüt almaları istenmektedir? Tevrat’taki Rab ile Kur’an’daki Biz’in işleyişindeki ve hitaptaki paralellik ve metinler arasındaki etkileşim düşündürücüdür. Nedeni ortak ata İbrahim midir?
Beşinci örnek Firavun’dur. Firavun ve yandaşları ayetleri yalanlayınca, Biz de onları “çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla” yakalar. Oysa Kur’an’daki Biz tarafından tehdit edilen Firavun’un, İsrailoğullarıyla ilişkisi Musa’ya kadar çok farklıdır. Örneğin; Avram (İbrahim) şiddetli kıtlık nedeniyle gittiği Mısır’da karısının güzelliği nedeniyle Firavun tarafından saraya alınır. Yusuf’a babasını ve ailelerini getirmesini söyleyen Firavun, “Mısır’ın en iyi topraklarını” onlara verir. (Yaratılış, 45:18) “Yusuf, kardeşleri ve o kuşağın hepsi” ölür ancak soyları artar ve ülke onlarla dolup taşar. (Mısır’dan Çıkış, 1: 6-7) Yusuf’u bilmeyen yeni bir kral tahta çıkar ve İsraillilerin sayıca onlardan üstün olduğunu vurgulayarak bir savaş çıktığında düşmanlarına katılmalarından endişe eder. (Mısır’dan Çıkış, 1:10) Firavun, İsraillileri ağır işlerde çalıştırır ancak onlar daha da çoğalarak bölgeye yayılır. Kral, ülkesinin aleyhine değişen bu nüfus yapısı nedeniyle zalimce bir emir verir: “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın. Ama ebeler Tanrı’dan korkan kimselerdi, Mısır Kralı’nın buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar.” (Mısır’dan Çıkış, 1:16-17)
Firavun tekrar buyruk verir: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil’e atılacak, kızlar sağ bırakılacak.” (Mısır’dan Çıkış, 1:22) Nil kıyısındaki sazlığa bırakılan İbrani bir erkek bebeği bulan Firavun’un kızı onu evlat edinerek adını Musa koyar. Yıllar geçer, İsrailliler hâlâ köledir, feryatları Tanrı’ya ulaşır. Tanrı; İbrahim, İshak ve Yakup’la yaptığı antlaşmayı hatırlar ve şöyle der: “Ben büyükbaban İbrahim’in Tanrısı ve baban İshak’ın Tanrısıyım. Sana ve soyuna üzerinde yattığın toprağı vereceğim. Soyun yeryüzünün tozu gibi olacak ve batıya, doğuya, kuzeye ve güneye yayılacaksın. Yeryüzündeki bütün aileler senin ve soyunun adını kullanarak birbirlerine bereket duası edecekler.” (Yaratılış, 28: 13-14) Ardından Musa ile Rab buluşacaktır.
Bize ne anlatılmak isteniyor?
Kutsal kabul edilen metinlerdeki bu ayrımcı ve kişileştirilmiş Rab ya da Biz ile anlatılmak istenen nedir?
Surenin devamında özetle: “Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz mu diyorlar, o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.” ifadeleri yer alır ve bu inkârcıların Bedir Savaşı’ndaki hezimeti olarak yorumlanmıştır. Kıyamet yani vaat edilen saat, “çok feci ve acıdır.” Suçlular Sekar’ın dokunuşunu tadacaktır. Sekar; “şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak’ anlamındaki sakr kökünden isimdir.” (TDV İslam Ans.) Çoğu mealde sekar yerine cehennem kelimesi kullanılmıştır. Müddessir, 26-27. ayetlerde de geçen sekar, kimi meallerde de “yakıcı ateş” olarak çevrilmiştir. (H. Atay) “Sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?” diyen Biz, “her şeyi bir ölçüme göre” yaratmıştır. İnsanın işlediği her şey kitaplarda mevcuttur ve “satır satır” yazılmıştır. Saygılı olanlar bahçelerde, ırmak kıyılarında “güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarında” olacaklardır. “Bahçelerde, ırmak kıyılarında” yerine sadece cennet kelimesi de kullanılmıştır.
Ana teması kıyamet ve elçiyi dinlemeyen toplumların helakı olan surede “Allah” kelime olarak geçmez ve ibadetle ilgili herhangi bir konuya da değinilmez.
Devam edecek…