![yazar](https://www.damgagazetesi.com/uploads/users/avatar-1729834549.jpg)
Ahlaki çöküntü!
![Ahlaki çöküntü!](https://www.damgagazetesi.com/cropImages/760x/uploads/makaleler/2025/1/273-ahlaki-cokuntu.jpg)
Ülkemizde son günlerde meydana gelen facialar hepimizi derinden etkiledi. Kartalkaya'da bir otelde meydana gelen yangında yaşlı genç, çocuk kadın 78 kişi yanarak can verdi. Bu facia gündemde yerini korurken Konya'da bir apartman çöktü. 2 canımız da göçükte can verdi.
Yıllardan beri ihmalden kaynaklı bu tür facialar yaşanmaya devam ediyor. Her seferinde nutuklar atılıyor ama önlem anlamında kayda değer bir şey yapılmıyor. Çünkü bu ülkede hiç kimse işini doğru dürüst yapmıyor. Ciddi bir ahlak sorunu var.
Yaşanan bu olayların ardından dilim döndüğünce, felsefesinde her daim erdemi öne çıkaran, M.Ö. 469 ve 399 yıllarında yaşamış ünlü filozof Sokrates'i anlatmaya çalışacağım. İdamla yargılanan ve hiçbir değerinden asla taviz vermeyen ünlü filozofun savunmasından örnekler vereceğim.
Savunmasında Atinalılara selenen Sokrates, “Size doğruyu söylemeliyim. Atinalılar, köpek hakkı için, bütün o araştırmalarımda baktım ki asıl bilgisizler, bilgilidir diye tanınmış olanlar! Bilgisiz denenlerde ise daha çok akıl var” diyor. Ve ekliyor; “Onlar gibi bilgin, onlar gibi de bilgisiz olmaktansa, bilgilerini de bilgisizliklerini de edinmeyip, olduğum gibi kalmak daha iyi değil mi? diye düşündüm; gerek kendime, gerek tanrı sözüne cevap vererek, benim için olduğum gibi kalmak daha iyi, dedim.”
***
İşte Sokrates'ten insanlığı kurtaracak bir savunma;
“En doğru hareket, Atinalılar, bir kimsenin yeri neresi olursa olsun, ister kendinin seçtiği, ister komutanının gösterdiği yer olsun, tehlike karşısında direnmek; ölümü, başta tehlikeleri değil, ancak namusu göz önünde bulundurmaktır. Çünkü hâkimler, ölüm korkusu, gerçekte bilge olmadığı halde kendini bilge sanmak değil midir? Bilinmeyeni bilmek iddiası değil midir? İnsanların, korkularından, en büyük kötülük saydıkları ölümün en büyük iyilik olmadığını kim bilir? Bilmediğimiz bir şeyi bildiğimizi sanmak gerçekten utanılacak bir bilgisizlik değil midir? İşte hâkimler, ancak bu noktada başkalarından farklı olduğuma inanıyorum.”
“Ben, öteki dünyada olup bitenler hakkında pek az bir şey bildiğim halde, bir şeyi bildiğime inanıyorum fakat, tanrı olsun, insan olsun, belki, kendinden daha iyi olanlara haksızlık ve itaatsizlik etmenin bir kötülük, bir namussuzluk olduğunu biliyorum; ben kötülük olduğunu iyice bildiğim şeylerden korkarım, ama iyilik olmadığını kestiremediğim şeylerden ne korkar ne de sakınırım. Onun için siz beni şimdi serbest bırakın.”
“Atinalılar, size saygı ve sevgim vardır; ancak, ben size değil, yalnız tanrıya baş eğerim, ömrüm ve kuvvetim oldukça da iyi biliriz ki, felsefe ile uğraşmaktan, karşıma çıkan herkesi buna yöneltmekten, felsefeyi öğretmenden vazgeçmeyeceğim; karşıma çıkana, her zaman dediğim gibi gene şöyle diyeceğim: “Sen ki, dostum, Atinalısın dünyanın en büyük kudretiyle, bilgeliğiyle en ünlü şehrinin hemşerisisin, paraya, şerefe üne bu kadar önem verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç durmadan yükseltilmesi gereken ruha bu kadar az önem vermekten sıkılmaz mısın? Çünkü ben, genç, ihtiyar, hepinizi, vücudunuza, paranıza değil, her şeyden önce ruhun en yüksek terbiyesine önem vermeniz gerektiğine inandırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorum. Evet, benim vazifem, size parayla erdemin elde edilemeyeceğini, paranın da genel olsun özel olsun her türlü iyiliğin de ancak erdemden geldiğini söylemektir. Ben bunları öğretmekle gençleri doğru yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan olduğumu kabul ederim. Ama biri gelip öğrettiğim şeylerin bunlar olmadığını iddia ederse yalan söylemiş olur.”
“O halde, siyaset hayatına girdiğim halde, iyi bir adam gibi hep hak gözetir ve tabii olarak doğruluğu her şeyden üstün tutsaydım, şimdiye kadar sağ kalabilir miydim, sanırsınız? Hayır, Atinalılar, hayır; bu ne bana ne de başka bir kimseye nasip olurdu.”
“Ben bir siyaset adamı olmak için fazla dürüst olduğumu düşünerek, size ve kendime iyilik etmeme engel hiçbir yola sapmadım! Tam tersine, hepinize iyilik etmemi mümkün kılan bir yola girdim, herkesin kendini düşünmekten, kendi işlerinin peşinde koşmaktan önce erdemi, bilgeliği araması gerektiğini, devletin sırtından faydalanmaya bakmadan önce devlete bakması lazım geldiğinin sizlere kabul ettirmeye çalıştım. Böyle bir kimseye ne yapılır?”
“Kendimi hiçbir cezaya layık görmemeye de alıştım. Param olsaydı, beni beraat ettirecek kadar bir para cezası teklif ederdim; bundan bana bir kötülük gelmez. Ama ne yapayım, yok; bunun için para cezasını, ancak benim vereceğim kadar kesmenizi dilerim. Evet, belki bir mina verebilirim, onun için bu cezayı teklif ediyorum. Buradaki dostlarım Platon, Kriton, Kritobulos ve Apolladoros otuz mina teklif etmem için beni sıkıştırıyorlar; onlar kefil olacaklar. Haydi, otuz olsun; bu para için onlar size yeter teminat olacaklardır.”