Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Rain and snow
5°
Ara

10 Ocak sadece sembol olarak kaldı!

YAYINLAMA:
10 Ocak sadece sembol olarak kaldı!

'10 Ocak' tam 64 yıl önce, 1961 tarihinde, gazetecilerin çalışma koşullarını iyileştiren, ileri haklar getiren 212 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği gündür.

Bugün, "çalışan gazeteciler günü ya da "bayramı" olarak anılıyor. Ne yazık ki bugün artık gazeteciler için bayram değil, sorunların dile getirildiği bir gün oldu. 57 yıl sonra bugün, basın-yayın yaşamına baktığımızda, bu sektörde çalışanların ekonomik ve sosyal hakları kullanılamaz haldedir. İçler acısı durumdadır. 1971 yılındaki askeri müdahaleden sonra gazetecilerin-yayıncıların toplu sözleşme düzeni kullanılamaz hale getirilmiş, sendikal hareket işlevsiz duruma sokulmuştur. 

O gün 'dokuz patron olayı' diye bilinen olaylarda dokuz gazete sahibi bu yasayı protesto etmek için gazetelerinin yayınlarını üç gün durdurma kararı alırken.

O gün Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni olmasına rağmen, meslektaşları ile birlikte hareket eden Abdi İpekçi'nin de içinde olduğu gazeteciler ise üç gün boyunca BASIN adında bir gazete çıkararak patronlarına karşı direndiler.

Daha sonra bu yasa yürürlüğe girerek yasalaştı.

Bu yasa ile o gün sağlanan; Yıpranma hakkı, elektrik, su telefon ve ulaşıma tanınan yüzde 50 indirim hakları, sendikalaşma hakları, maaşların peşin ödenme şartları ne yazık ki daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül ihtilalleri ile ortadan kalktı.

Basındaki işsizlik ve düşük ücretle çalışma rekor düzeydedir. İletişim fakültelerinin mezunları çaresiz, yarınsız durumdadır. Artık basın çalışanları bırakın iyi şartlarda çalışmayı iş bulmakta bile zorlanıyorlar. Her yıl iletişim fakülteleri binlerce mezun veriyor ancak bu rakamların çok az kısmı aynı sektörde iş imkanı bulabiliyor. Binlerce gazeteci işsiz, yüzlerce gazeteci yargılanıyor, gözaltında bulunan tutuklu bulunan meslektaşlarımız var. Mesleki baskılar, işten atmalar, otosansür her geçen gün artmakta.

*

Bugün gazetecilik yapma şartları ne kadar kolaylaşmış gibi görünse de mesleki değerlerden uzaklaşmak bir o kadar da hızlandı.

Ne yazık ki artık gazeteciliği, bu işin ruhunu taşıyanlar, emek verenler, bilgi birikimine sahip olanlar değil.

Haktan, hukuktan adaletten yana olanlar değil.

Güçten yana olanlar, iktidardan yana olanlar yapmaya başladı.

Eskiden 5 N 1 K vardı. Her iki tarafın görüşünü almak vardı.

Bugün genelde ve yerelde gerçek gazetecilerin yerini, siyasetçiler, tüccarlar, dosya takipçileri almaya başladı.

Bakın o en çok izlenen kanallarda konuşanlara, gerçek anlamda objektif yayın yapan gazeteci göremezsiniz.

O en çok okunan gazetelerde yazanlara bakın aynı şekilde, gazetecilerin yerini ona buna, iktidara, haklıya değil güçlüye yaranmaya çalışan insanlar almış durumda.

Bu durum da neye zarar veriyor derseniz.

Gazeteciliğin en önemli özelliği olan kamu yararı ve halkın doğru bilgilendirilmesine engel oluyor.

İş objektif yayıncılıktan uzaklaşarak, bizden yana, onlardan yana haberciliğine dönüyor.

*

Basın hürriyeti bütün diğer hürriyetlerin üzerindedir diye atıp tutuyoruz.

Gelişmiş ülkelerde, önce; sanatta, eğitimde, müzikte, medyada özgürlükten yana tavırlar alındığını biliyoruz.

Ancak iş Türkiye'de medya özgürlüğüne geldiğine baktığımızda ne yazık ki durumun pek iç açıcı olmadığını da biliyoruz.

*

Basın ile ilgili özlü sözlere baktığımızda, ABD'li yazar Joey Goebel'in; Bana satılmış bir medya verin, size cahil bir toplum sunayım...

Sözü ile.

Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalılar diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleri gelmekte.

Aynı Mustafa Kemal Paşa daha 1918 yılında arkadaşları ile birlikte kurdukları MİNBER isimli gazeteyi yayın hayatına sokmuştur.

51 gün yayında kalan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının maaşlarından artırdıkları paralarla yayın hayatını sürdüren gazete ne zamanki Enver Paşa'yı ve sarayı eleştirdi.

O gün bu gazetenin yayınına son verildi.

Anlayacağınız sansür her devirde var.

Yüz yıl önce de vardı gelen her iktidar döneminde de etkisini gösteriyor.

*

Günümüzde gazetecilik dışında bir çok meslek erbabı bu yaşananlardan rahatsızlık duymakta.

Doktorlarımız ülkeyi terk etmekte.

Eğitimcilerimiz meslek değiştirmekte.

Gençlerimiz karamsar, tedirgin, umutsuz.

*

Peki ne yapmalı.

Dayanışma içerisinde olunmalı.

Mücadeleyi bırakmamalı.

Daha çok çalışarak, daha çok üreterek, daha çok yazarak çizerek mücadelemizi sürdüreceğiz.

Ciddi bir yayın organımız olmasa da gerekirse sosyal medyadan bile olsa, halkı ve kamuoyunu doğru bilgilendirmeyi sürdüreceğiz.

Kamu haklarını, çevre haklarını, insan hakları savunuculuğunu hayatımız pahasına sürdürmeliyiz.

Her şeye rağmen 10 Ocaklarda, 24 Temmuzlarda gazeteciliği konuşmaya, dertleşmeye, gazeteciliğin saygınlığı için yapmamız gerekenleri vurgulamaya devam edeceğiz…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *