Toplumsal gerçeklikten kopmak: Ölünce beni kim yıkayacak?
Sabahın erken saatlerinde, İstanbul’un kalabalık ve yoğun trafiğinde ilerlerken dikkatimi çeken devasa bir reklam panosu, gün boyu aklımdan çıkmadı. Simsiyah bir zeminde, beyaz harflerle yazılmış ürkütücü bir soru: “Ölünce beni kim yıkayacak?” Bu cümle ilk anda hacklenmiş bir sistem ya da bir sivil toplum kuruluşunun cesur bir farkındalık kampanyası gibi geldi. Ancak gerçek, çok daha rahatsız ediciydi. TRT, yeni bir dizisinin tanıtımı için bu ifadeyi kullanmayı uygun görmüştü.
TRT’nin kamu yayıncılığı sorumluluğuyla bağdaşmayan bu PR çalışması, yalnızca kötü bir tercih değil; aynı zamanda toplumsal duyarlılıklardan tamamen kopuk bir tavır. Türkiye gibi son on yılda birçok trajik olayın, travmatik kayıpların ve şüpheli intiharların yaşandığı bir ülkede, böyle bir cümleyi kamusal alanlarda sergilemek yalnızca bir tanıtım başarısızlığı değil, aynı zamanda toplumsal yaraları deşen bir ihmaldir.
Duyarsızlığın simgesi: Sıradışı olma çabası
Açık hava reklamcılığı son yıllarda etkileyici ve yaratıcı kampanyalarla dikkat çekiyor. Özellikle dijital platformlar, sıra dışı tanıtım stratejileriyle izleyiciyi şaşırtmayı başardı. Ancak bu tür kampanyalar, bir fikrin yalnızca “farklı” olmasıyla değil, aynı zamanda toplumsal bağlamını gözetmesiyle başarılı olur. TRT’nin bu tanıtımı, Netflix gibi platformların yaratıcılığına öykünmüş olabilir; fakat sonuç, empati yoksunluğunun, sosyal gerçeklerden kopukluğun ve estetik anlayıştan yoksun bir çabanın dışavurumundan başka bir şey değil.
Toplumsal yaraları görmezden gelmek
Türkiye’de her gün bir kişi intihar ediyor. Hasta ebeveynine bakan, yalnız yaşayan veya hayatla mücadele eden binlerce insan, bu gibi sorularla boğuşarak bir sabah daha güne başlıyor. “Ölünce beni kim yıkayacak?” gibi bir ifade, bu insanların travmalarını derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Özellikle toplu taşımada, Marmaray ve metro gibi kamusal alanlarda bu afişlerin sergilenmesi, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumsuzluk örneğidir.
Bir yayın kuruluşunun sorumluluğu, yalnızca dikkat çekmek değil, aynı zamanda topluma dokunan ve onu güçlendiren içerikler üretmektir. TRT gibi bir kurumun, halkın yaralarını görmezden gelen bir pazarlama diliyle hareket etmesi, temsil ettiği değerlerle çelişir.
Alternatif bir
yol mümkün
Etkili bir tanıtım yapmak için trajik duyguları suistimal etmek şart değildir. Derinliği olan hikâyeler, yaratıcı yöntemlerle duyurulabilir. TRT’nin amacının bu olmadığını ummak istesek de, karşımıza çıkan kampanya bunun aksini düşündürüyor.
Sonuç olarak, kamu yayıncılığı yapan bir kurumdan daha fazla özen ve hassasiyet beklemek hakkımızdır. Bu kampanyanın yalnızca kötü bir tanıtım stratejisi olarak kalmasını, yaydığı mesajın derin toplumsal etkilerini görmezden gelmememiz gerektiğini unutmamalıyız. Aksi takdirde, bu sorumsuz dil, daha büyük yaraların açılmasına neden olabilir.