Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Rain and snow
5°
Ara

ANATOMİ

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
ANATOMİ

Yılsonuna geldik.

Dünü, ertesi günü ya da geçmiş günlerde yaptıklarımız ya da yapamadıklarımız nelerse gelecek günleri planlamak açısından geriye dönüp bakalım. Dahası masaya yatıralım. Anatomi terimi sağlık bilimlerinde kullanılır. Yaşam izi belirtisi olmayan bir gövdenin bütününü oluşturan organlarının incelenmek için masaya yatırılıp neşterle kesilmesine anatomi denilmekte. Bunu yaparken karın kesilip açılırken damar kesilir ve diğer organlar çıkarılıp masaya yatırılmakta bir sakınca görülmez.

Toplumsal yaşamda dünü, ertesi günü ya da geçmişi değerlendirmek için masaya yatırıp anatomisini çıkaralım. Dün geçmişte kalmış ve gelecek için bir deney yani tecrübe bırakır. Toplumun yani mevcut sistemin yönetim erkini elinde bulunduran seçilmiş ve atanmış yöneticilerin toplum adına iktidar erkini “devlet” kurumlarını nasıl yönetim kullandığına bakalım. Dün yani geçmişte yaptıkları günümüzde itibar görüyor mu ne kadar ve kimler tarafından itibar görmekte?

Toplumsal yaşamın tarihini bilmek ve geleceğe planlar yapmak kurumları olduğu gibi kişiler içinde geçerlidir. Geçmişin yaşamsal anatomisi çıkarılacaksa ilkin iktidar erkini ve sonra yönetilen toplumu gözlemlemek incelemek gerekir. Bunu yaparken nalbantların nal çakarken yaptıkları gibi hem nala hem de mıhına vurmaktan yermekten ya da yerilmekten çekinilmemelidir. Birilerini kollamak ya da kayırmak yani bu işin kuralına kaidesine aykırı olduğunu bilelim. Yaptığımız işin ciddi olup ve ona göre gerçekçi ve samimi olalım.

12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri toplumun özellikle işçi sınıfı ve devrimci muhalefetin yükselen örgütlü mücadelesine karşı yapıldı. Yaptığı tüm işleri, katliam, baskı, cebir ve şiddeti kendine meşru gördü. Başta ülkemiz olmak üzere kapitalist emperyalizmin günümüzdeki baş jandarması ABD ve onun askeri, finans vb. kurumları baskı ve şiddetinin boyutu hiç hız kesmeden devam ettirmekte. Darbeleri yapan cuntacılar onların çocukları (our boys) bu ülkenin evlatları değil.   Bu sürede işçi sınıfı ve devrimci muhalefet ne yaptı? Kendi içinde örgütlü ve kararlı olacaklarına sol içi çatışma ve örgüt içi kanlı infazlar gündeme geldi.

12 Eylül’ün ünlü yasası oylanırken bir kısım sol(!) örgütlerin kalesi dedikleri yerler yüzde seksen ve doksanları aşkın oyu kime verdi? 1970’li yıllarda yoksul halkın konut yapımı ve işgallerine destek verilip öncülük edildiği yerlerde elbette istisnalar dışında büyük çoğunluk iktidarın darbecilerin yasasına oy verdiğine herkes şahit oldu. Bu insanlara mülkiyet hakkını aldırırken zoru görünce taraf değiştirmemeyi de öğretilseydi durum daha farklı olabilirdi.

12 Eylül yönetimi darbe yaptığı hükümetlerin askeri kanadı olarak parti, meslek örgütü ve sendikaları yasakladı. Oysa bu kurumlar onların kendi izniyle kurulup faaliyet göstermekteydi. Tekrar faaliyetlerine izin verildiğinde sayın yöneticiler ne yaptı özellikle sendikacılarımız? “Sendikacı” sıfatları olanlar kurumların mallarına ve el konulan paralarına çöktüler kendi aralarında paylaştılar.

12 Eylül yönetimi ülkenin her tarafına “adliye sarayları” yaptı neyi saklamak için devasa cezaevlerini. Ülkenin iç ve dış güvenliklerinden sorumlu kurumları muhaliflerin sorgulandığı ağır işkencelerin yapıldığı yer haline geldi. Gözaltına alınanların kimileri buhar olup yok edilirken, kimileri işkencede öldürüldü kimileri sakat kaldı. Elbette Şemsi Özkan, Tuncay Altınay gibileri ballı böreklerle beslendi.

12 Mart yönetimi ünlü ekonomist Atilla Karaosmanoğlu’nu Dünya Bankasından getirilip başbakan yardımcısı yapılır. Yurt dışından krediler oluk gibi akar nasıl olsa bunu bu ülkede yaşayanlar ödeyecek değil mi? Çok değil 8/9 yıl sonra yine Dünya Bankasından Turgut Özal’ı ekonominin başına getirirler.  Ülke yönetimi ABD’ye göbekten bağlıdır 1950’li yıllarda cumhurbaşkanı Celal Bayar “Türkiye küçük Amerika olacak ”demişti. 1990’ların sonuna doğru “morrison Ecevit” Dünya Bankasından bir ekonomisti getirir Kemal Derviş. ABD de ki Dünya Bankası ya da orada ki bir finans kuruluşun bir çalışanını tekrar ülkemize bakan olarak görürüz Mehmet Şimşek.

Çalışanlar anayasal hakkı olan sendikal örgütlenmesine gönül rahatlığı ile gidemez. İktidarda ki hükümetler birer yan kuruluşu gibi çalışan sendikalara izin verir. Sendikalar sınıf temelli değil ekonomik asgari ücret temelli örgütlenme yapmakta. Buna rağmen bu sendikaların örgütlenmesi bile zor olmakta. Şirketlerine yurt dışından ortak alan firmalar iktidara baskı yaparak sendikal örgütlenmeleri engeller, engel olamadığının grevlerini yasaklar. Hele Arap sermayesine satılan şirketlerdeki çalışanlar sendikalı olamaz işten atılır. Bu durumu protesto eden işçi devletin güvenlik müdürleri tarafından yakasından yapışılıp atılır.

Günümüzde devletin istatistik kurumları hemen her şeyi kaleme alır. Bunu yaparken iktidara şirin görünmeyi bir meziyet sanır. Oysa yaşanan gerçekler kabak gibi ortadadır. Devletin ünlü ekonomisti enflasyon yüzde 49 der; gerçek ise yüzde yüzü aşmıştır. Ülke borcu her geçen gün büyürken ünlü ekonomist “ Türkiye kabına sığmıyor” der. Doğrudur ne diyelim; ‘Cumhuriyet kurulduğundan beri kalkınıyoruz. İstatistikler öyle söylüyor. Kuşkusuz kalkınan bir avuç insan var ama işçiler, topraksız ya da az topraklı köylüler gündelikçiler memurlar çok zor koşullara yaşıyor. Gene de işleri olduğu için “şükrediyorlar”. Osmanlı devleti iken batan, Cumhuriyet döneminde kaçıncı kez battığını bile hesaplanamayan az gelişmiş pardon gelişmekte olan borca batık bir ülke.’

Geçen gün sayın devlet büyükleri “emekliler yılı” demişti. Hatta enflasyon yüzde kırklarda deyip, “kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz “diyen aynı yönetici asgari ücrete yüzde otuz çalışan memur ve emekliye yüzde yirmi yirmibeşi layık görmekte. Daha önce dediğim gibi ben iktisatçı ya da hesap adamı değilim ama borcun 40 sana 20 ya da 30 vereceğim ödeşelim dersen sokakta ki insan ne der?

Eğri oturup doğru konuşalım çok değil 1999 depreminden sonra günümüze kadar çalışan ve emeklinin gelir düzeyi ne kadar arttı yani düştü? Bir de 2005 de paramızdan altı sıfır mevcut iktidar tarafından atılmıştı yine paramız pul olmaya başladı.

Kayıpla başlayan yıl kayıp ile devam etmekte. Elbette birileri kazanıyor doğru ama toplumun çoğunluğu açlık sınırında asgari yaşam ölçülerinde yaşamakta. Bu durumda kazanan kim?

Yerimiz müsait değil yaşanan duruma kelimeler kifayetsiz gerçekler gün gibi ortada “mızrak çuvala sığmıyor”.

Güzel ve mutlu günler bizim elimizde görüşmek umuduyla iyi yıllar.


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *