Amaçları ne
Geçenlerde Sezai Sami haber göndermiş “Uğur’un çay ocağına gel bir not vereceğim” dedi. Notu aldım aynen sizinle paylaşıyorum;
‘Mülkiyet yani sahip olma yani egemenlik yani hâkimiyet yani bencillik hırsı dünden bugüne hemen hiç değişmeden devam etmekte. Bakmayın siz yüz, bin ve onbinlerce yıl süresinde evrimleştiğine ve ne kadar evrimleşmiş bile olsa sahip olma hırsı yani bencillik hiç değişmemiş. Hangi ülke, kıta, dil, din ve hangi toplum yapısı olursa olsun dünden bugüne baktığımızda ve yarını değerlendirdiğimizde karşımıza nelerin çıkacağını bilmek zor değil.
Yaşayan canlılar için de yaşamını devam ettirdiği yerlere yaşam biçimlerini resmetmiş tek canlı insan evladı. Yaşamını resimle anlatırken miras bırakmış geleceği eğitmiş. Yani yaşam birilerinin “ol” deyince olmadığını süreç ve bilgi birikimi gerektiğini göstermiş. İhtiyaçlar arttıkça üretimin ve iş bölümünün gündeme geldiği görülmüş. Doğa burada canlılara ve insan evladına yaşaması için ortam sağlasa da sahip olma içgüdüsü ve hırsı toplumsal yaşamı ve doğayı değiştirip günümüzdeki toplumsal konuma getirdiği bir gerçek.
Toplumsal yaşam, geçmişte ki üretim, tüketim ve ihtiyaçlar temelinde sahip olma ve bencillik ekonomik çıkarlar gereği toplumsal olgular yaşanmakta. Yaşanan bu olayların sonucu görülmektedir ki sosyal boyut daha da kristalize olmuş haliyle günümüzde devam etmekte.
Sahip olmak yani mülkiyet yani bencillik yani iktidar egemenlik hırsı bulundukları yeri bırakmama tavrıdır. Toplumsal yaşamda görevlendirilen yani atanan ya da seçimle gelenler bulundukları koltukları pek bırakmak istemiyor. Neden? Atanan ya da seçilen kişi dönemsel belli bir süreli o koltuğa oturuyor. Yetkili sorumluluğa getirilen kişi toplumun yani kamunun çıkarını gözetip kollamakla görevlidir. Bu sorumluluk sadece koruyup kollamak değil toplumu daha iyi sosyoekonomik koşullara çıkarmakla görevli. Toplumun sosyoekonomik refah yapısı büyüdükçe atanan/seçilen ile toplum arasında ki gelir uçurumu azalması gerekir. Oysa günümüze gelene kadar ülkelerin toplumsal yapılarına bakarsak hiç de öyle olmadığı bir gerçek. Görülmektedir ki koltuğa oturan saraylara giren tıpkı çıktığı yumurta kabuğunu beğenmeyen canlı gibi geldiği yeri unutmakta. Sorun unutma olabilir mi? Sanmıyorum hiçbir canlı özellikle insan evladı unutmaz.
Şu ya da bu biçimde iktidarı elinde bulunduran güçler dün olduğu gibi bugünde iktidarın nimetlerinden faydalanmak için hemen her şeyi yapmakta bir sakınca görmemekte. Bu kişilerin hemen hepsi aile soylarını masallarda ya da kara kaplı kitaplarda adları yazılan kişilere bağlamakta. Ayrıcalıklı ve bir de üstün yetenekli olduklarını açıklamakta. Toplum olarak çocukluktan beri masallara inanırız, çünkü masallarla uyutulup büyütüldük. Masalları gerçek sananlar birilerini hala beklemekte. Oysa zaman hızla geçerken birileri “atı alıp Üsküdar’ın yolunu tutmuş” bile.
19. ve 20. Yüzyıl dönemi çok hızlı geçti. Sanayileşme, pazar savaşları, teknolojik gelişmeler ulaşımın ve iletişimin hızı çok hızlı arttı. Toplumsal ayrışma kesin boyutlarıyla içinden çıkılmaz karmaşık anlaşılması güç bir duruma sürüklendi. İktidarı yöneten güçler bu karışıklık içinden kendi dümenini yürütmekte. Bu arada sözde uzlaşıcı görünümünde olanlar koltuğu iyice yapışmakta. İki ara bir derede kalan, kim güçlü ve hâkim ise onun yanında yer aldı. Oysa teknolojik gelişme sanayiye büyük oranda etkilediği bir gerçek. Toplumsal ayrışma dil, din ve bunlara bağlı ayrışma değil sosyoekonomik temelde gelir dağılımı daha da belirleyici oldu. Sosyoekonomik yapı iktidar ve iktidara yakın olup ondan çıkar sağlayan onun adına görev yapan bir tarafta diğer taraf ise yaşama tutunmaya çalışan çoğunluk. Elbette arada olan çoğunluğa yol göstermeye uyarmaya çaba sarf eden bir kesim var.
19. ve 20. Yüz yılda krallar, şahlar ve padişahlar devrildi kaldırımda taçları yuvarlandı. Birçok ülke mevcut kurulu sistemin dışına çıktı. Sistemin dışına çıkan ülkeler içinden çıktıkları sistemin tüm baskı ve şiddetine maruz bırakıldı ve direnilerek kendi çeperinde büyük bir pazarı da sistem dışına çıkardı. Kurulu sistem dışına çıkan ülkeler kendine özgü bir toplumsal yapıyı kalıcılaştıramadan inşaat halindeyken çöktü. Yaşanan çöküntüye kadar olumlu ve dik duruş önemli toplumsal bir deneyim sağladı. Neden ve niçin çöküldü dersek halkımızın tabiriyle “sarı öküz verilmeyecekti”.
Sistem dışına çıkan ülkeler kalıcı bir çözüm yoluna giremedi. Mülkiyet ve sahip olma hırsını yenemeyen bir kısım yönetim erki ve etrafındakiler çökme sonrası yeni yönetimde egemen baskıcı güç olarak karşımıza çıktı. Yeni yönetim, kurulu sistemin bir parçası olarak ülkede varlığını gösterdi. Bunlar bir dönem “sarı öküzü verelim” diyenlerdi. Sarı öküz verilmekle kalmadı ülke pazar paylaşımına açıldı. Halkın büyük çoğunluğu emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanlar ellerindeki ve avuçlarındakini kaybettikleri gibi parasız sağlık ve eğitim de ellerinden alındı.
Kurulu mevcut sistemin bir parçası olan kölelik, angarya çalışma, asgari ücret, örgütsüzlük topluma dayatılmaya devam etmekte. Günümüzdeki sistem topluma ekonomik köleliği yani asgari ücretle yaşamayı dayatırken böl parçala yönet mantığını da hiç bırakmadı. Toplumun ekonomik, sosyal ve politik dayanışma ve birlikteliğini dün olduğu gibi bugünde dil ve inanç çeperinde bölmeye devam etmekte. İktidarın yönetim koltuğuna oturan onun ayrıcalık nimetlerinden yararlananlar utanmazcasına kamusal kurumların, sendikaların ve derneklerin başına çöreklenmiş gitmiyor. Gitmeyenler buraları babasının malı gibi hoyratça kullanmakta. Kalıcı olmak için yasalar çıkarırken hesap vermemek içinde yasaları evirip çevirmekte. Bunları yapmak için elbette “yetmez ama evet”, “akil insanlar heyeti” , “dil ve inanç özgürlüğü”, “değerlere saygı” vesaire ve benzeri için birilerinin ağzına bir parmak bal çalmak gerek. Bunları bulup yaptırmak zor değil.
Günümüzde insan ömrünün önemli bir bölümünü darbe ve darbe sonrası iktidarlar tarafından yönetilen ülkelerde iktidarı bırakmayan güçler var. Dün “yetmez ama evet”, “akil heyeti”, “değerlere saygı” gibi söylemler de bulunanlar günümüzde buna benzer söylemlerde bulunmakta. Amaçları 20/30 yılda yapamadıklarını yapmak için mi yoksa sıcak koltuk ve onun nimetlerinden yararlanmaya devam etmek için mi?
Dün nasıl ağızlarına bir parmak bal çaldıkları varsa bugünde ağızlarına bir parmak bal çalınacak birileri çıkacak mı?
İnsan evladı gördüğü aynı çukura kaç kere daha düşecek ve kaç kere uyarılacak?’
Sezai Sami’nin dediği gibi daha kaç kez uyarılacak bu toplum?