Sabır, sabır...

“Bir yazar bu memlekette yaşıyor da yoksulluğu görmüyorsa o yazar kınanmalı, kötülenmeli, ‘sen vicdansızsın, iyi insan değilsin’ denmeli ona” diyordu Yaşar Kemal...
Geçtiğimiz günlerde Gaziantep’te bir cami açılışı yapıldı. Açılışa katılan yetkililer, camilerimizin birlik ve beraberliğimizin en güçlü sembollerinden biri olduğunu, caminin bölgeye kazandırılmasından mutluluk duyduklarını söylüyorlardı.
Belediye Başkanı Fatma Şahin’de, hayırlı olması yönünde temennilerini dile getirirken, hepimizin gözü en ön safta yer alan çıplak ayaklı, terlikli çocuklara kayıyordu. Fotoğraf gazetelerde sansürlenerek yer alsa da, o çocukların üşüyen ayaklarını görmemize engel olamadı.
Bu şartlarda, onların duyduğu sevince ne yazık ki ortak olamadık.
***
Yıllar itibarıyla cami sayısına bir bakalım. AKP’nin iktira geldiği 2002-2024 yılları arasında cami sayısının, 13 bin 876 adet artışla, 89 bin 817’ye ulaşmış olduğu belirtilmişti.
İbadethaneler elbette olmalı. Ancak o görkemli camilere tonlarca para dökülürken, çocukların ayaklarının üşümesini, depremzedelerin konteynerlerde yaşadığı çileyi, temel gıdalara ulaşmakta zorlanan insanları düşündüklerinde bir huzursuzluk hissetmiyorlar mıdır?
Mahalle bakkalları, yağı,unu, şekeri, deterjanı, bardakla satmak zorunda kalıyor. Bir kullanımlık ürün alarak ay sonunu getirmeye çalışan insanları kimse görmüyor.
Son 5-6 yılımız yoksullaşarak geçiyordu, artık daha da derinleşen bir yoksullukla yaşamaya çabalıyoruz.
***
Sağlık, eğitim, geçim konusuna sık sık değiniyoruz. Şimdi size kimsesizlerin yaşadığı, dertlerine çare arayan insanların zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldıkları bir yerden bahsedeceğim.
Yetkili isimlerin tebdil-i kıyafet, habersizce buraları gezmesini ve görmesini dilerdim.
***
İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden biri olan, Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin bahçesi burası.
Aylardan ekim. Sabahın 6’sı. Banklarında, parkında, bulabildikleri battaniyeye sıkıca sarılmış kimsesizler,evsizler...Yatakları üç-beş karton parçası ki, onları bile kaybetmemek için kullandıktan sonra muhafaza etmeye çalışıyorlar.
Yanlarında bulunan büyükçe çöp poşeti / kolilerde, en değerli eşyaları olan battaniye, yorganları var. Onlar da zaten yırtık, pırtık. Soğuktan tam anlamıyla korunmaları imkansız. Sabaha karşı iyice serinleşmiş olan havayla, bank üzerinde üşüyen ayaklarını karınlarına doğru çekmelerini izlemek çok ızdırap verici.
***
Daha soğuk havalarda da hastanenin içinde azıcık ısınabilmek için, görevlilerin verdiği izinle acil servisin koltuklarında sabahlıyorlar. Gece orada bulunmalarına izin verilse de, sabahın erken saatlerinde yoğunlaşan hastalar sebebiyle yeniden dışarıya çıkartılıyorlar. Gecenin geç saatlerinde, muayene sırasını ve isimlerin yazıldığı ekranlarda, adı belli olmayan ve ekrana “kimsesiz” olarak yazılmış hastaları görmek de insanın yüreğini burkan görüntülerden.
***
Hastane civarında sabahlamak zorunda olanların bazıları da, tedavi olmak amacıyla başka illerden gelmiş, kalacak yerleri olmayan hastalar. Onlar da hastane bahçesinde, banklarda, yeşil alanlarında, yanlarında getirdikleri battaniyelere sarılıp, sabahlayı bekleyen onkoloji hastaları.
Böyle uzaktan gelen hastalar için devlet neden bir misafirhane açmaz diye düşündüm. Madem bu kadar çok camimiz var, gidecek yeri olmayanları neden oralarda barındıramıyoruz, neden her caminin bir bölümünde aş evi açamiyoruz?
***
Şahit olduğum bir konuşmayı da anlatmadan geçemeyeceğim. Bir bey arkadaşına seslendi ve şöyle dedi; “ooo, botların yeni mi? Hayırdır, para mı buldun?”
“Yok yahu, promosyon verdiler. Ayakkabı alacak para nerede?”
***
Gözüm insanların üzerindeki montlara, polarlarla kayıyor. Çoğunda üzerinde firma isimleri bulunan giysiler mevcut. Gözümün önüne bir fotoğraf düşüyor. 6 şubat depreminde üzerinde bira ismi yazılı polarların reklam içermesi-özellikle de alkol- nedeniyle dağıtılmamış olması...
Bu ülkede yoksulluk giderek artıyor. Bir çift ayakkabı, bir mont almak lüks değil, ihtiyaçtır.
Sabır sabır diyerek getirildiğimiz nokta...
***
Bundan tam 63 yıl evvel edebiyatımızın en önde gelen isimlerinden Yaşar Kemal şu cümleleri kuruyordu:
“Bizim yurdumuz çok kötü durumda. Dört başı mamur bir yoksulluk içindeyiz. Bunun bir kurtuluş yolu olsa gerek. Bu gerçeği görüp söyleyenler kahraman ama bunlar kahraman olmak istemezler. Bunların karşılarına dağarcıklarında azıcık unları bile olmayanlar çıktılar.
Bunlar gericilerdi. Durumu olduğu gibi tutmak istiyorlardı.
Sırtlarını ağaların, fabrikacıların paralalarına dayamışlardı. Halkın soyulmasında onların yardakçılarıydılar. İşte bunlar bizim toplumda kahraman oldular. Şimdi memlekette kahramandan geçilmiyor. Hani geçenlerde balıkçıyı öldüren on altı yaşındaki çocukta, Necdet Elmas’ta kahraman” diyordu.
-Necdet Elmas 1960’lı yıllarda ülkenin ilk banka soyuncusu ve gangstreri. Bazı kişilerce Dönemin Robin Hood’u olarak anılmış. İşlediği suçlar nedeniyle 20 yıl hapis cezasına çarptırılan, 1974 affıyla serbest bırakılan Necdet Elmas, o dönemlerde Yassıada yargılamalarından sonra halkın en çok takip ettiği kişi ünvanına sahip-
***
63 yıl evvel böyle demiş yazar. Şimdi olsaydı ne derdi acaba?
Yöneticiler halka öylesine yabancılaşmış ki, ülkedeki yoksulluktan bahsedilmesine tahammül edemiyorlar.Yanıbaşlarında soğuktan üşüyen ayakları bile göremiyorlar.
***
Sevgiyle kalın