Devlet hastaneleri

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyinden bahsetmek için birçok ölçüt var. Bunların başında, eşitlik sağlanmış eğitim, sanat, kültür, barınma, eğlenme ve sağlık hizmetleri geliyor.
Bugün konumuz giderek kötüleşen sağlık sistemi.
Yıllar geçiyor ama yıllar öncesinden üzülerek kullandığımız sözcüklerin yerini, olumlu cümlelerle dolduramıyoruz. Neredeyse üzerinden 30-35 yıl geçmiş ve dilimize pelesenk olmuş “nerede bu devlet, nerede bu insanlar?” sorusunun hala gündemde olması tuhaf.
Uzunca bir süredir İstanbul’da faaliyet gösteren devlet hastenelerinin içler açısı halini gözlemliyorum. Halkın isyanlarını, ekonomik koşullar sebebiyle çekilen sıkıntıları ve daha nicelerini.
Şimdi fakirlik konusunu başka bir yazıya bırakıp, sağlık konusundaki zorlukları, bazı hastanelerdeki aksaklıkları kendi gözümden dile getireyim.
Randevunuz iptal edildi
Sağlık sorununuz varsa ve hastaneye gitmeniz gerekiyorsa, günlerce uğraşıp, bütün hastaneleri araştırmakla işe başlayacaksınız.
Artık hangi hastanede randevu bulabilirseniz...
Erken bir tarihte muayene günü bulduysanız ne mutlu. (Randevu tarihinden bir gün önce 'randevunuz iptal edildi' diye mesaj alırsanız da şaşırmayın) Gidebildiğiniz gün, öğlen saatine kadar onlarca hastayı muayene etmiş, yorgunluktan yüzünüze bile bakamayan doktora üç-beş dakika içinde derdinizi anlatmak zorundasınız.
Doktoru hiç görmedim
Çoğu randevuda muayene olmak istediğiniz doktorun bulunmadığını da belirtmiş olayım. Hatta diyebilirim ki dört kez randevu alarak gittiğim doktoru hiç görmedim. O hekim hastayı görmeyecekse adı neden var bilemem...
Oysa, hasta hakları bildirisinde “hekiminizi seçebilirsiniz” diye bir madde vardır. Doktorumu seçemeyeceksem bu uygulama “hastayı aldatmak”olarak tanımlanmaz mı?
Kime şikayet edeceğiz?
Sağlığın söz konusu olduğu, üstelik zor şartlarda geldiğiniz yerde hak aramakla mücadele edecek lüksümüz de yok hani.
İnsanlar yapılması gerekeni, yani “haklarını arama” yoluna gitse bu defa zar zor bulabildiği tedavi şansını yitirme ihtimali var.
Hem kimi kime şikayet edeceğiz?
Devam edelim:
Muayene olduğunuz doktor bazı tahlilleri, emar, röntgen, ultrason gibi görüntelemeleri isteyecek. Bunlar için kısa sürede randevu bulabilmeniz zor. Tanıdık birini bulamazsanız en iyi ihtimalle altı ay, ya da bir yıl arasında randevu talebi oluşturabiliyorsunuz.
“Erken teşhis hayat kurtarır” spotlarını düşünüyorum da...
Teşhis de yok tedavi de...
Bir an evvel çektiğiniz ızdıraptan kurtulmak istiyorsanız, özel hastanelerin kucağında bulacaksınız kendinizi. Özel hastane demek para demek.

Para dağıtma çılgınlığı
Bu kısımda biraz espri yapayım: Hastanelerin giriş kapısından girer girmez, otopark ücretleri ile başlayacak olan para dağıtma çılgınlığını, parayı geç bulmuş utra lüks zenginlerin, düğünlerde paralarını havaya atarken verdikleri görüntülere benzetiyorum. İnsanın kendini epey zengin hissetmesine sebep oluyor doğrusu.
Daha sonra cüzdanınızı çantaya koyamıyorsunuz zaten. Direkt olarak vezneye kayıt ve ödeme sırasına.
Nefesinizi tutacaksınız
Sonra, acaba hangi görüntülemeleri isteyecek, bunlar ne kadar tutacak diye bir elinizde cüzdan, boğazınızda bir düğüm, rakam söylenene kadar nefesinizi tutacaksınız.
Battı balık, yan gider hesabı, doktor muayenesi, MR görüntülemesi derken, asgari ücret / emekli maaşının bir anda yok oluşuna tanık olacak ve sonraki ayı borçlarla karşılayacaksınız.
Tahlil vs.gibi kalemler faturayı daha da kabartacağından, istememişlerse sevinebilirsiniz veya yanınızda size tesadüfen denk gelmiş bir hastanın kendi tetkikleri ve muayenesi için 100 bin lira istendiğini söylemesiyle teselli bulabilirsiniz.
Bu arada, hangi hastanede muayene ne kadar, görüntülemelerin fiyat araştırmaları derken, epey vakit harcayacaksınız.
Bunu yapmak zorunda bırakılıyoruz çünkü fiyatlar değişken. Misal; birbirlerine yakın çevrelerde bulunan iki özel hastanenin birinde enjeksiyon için 130, diğerinde ise 50 lira ücret alıyorlar.

Tuvalet kullanım dışı!
Bakırköy Sadi Konuk Araştırma ve Eğitim Hastanesi, İstanbul’un büyük ve önemli hastanelerinden biri.
Şimdi bu hastaneden biraz bahsedeyim.
Öncelikle belirtmeliyim ki, sorun sağlık çalışanları ile ilgili değildir, sistemle ilgilidir. Çalışma şartları, ücret yetersizliği sebebiyle ülkeyi terk edip giden doktorların, hemşirelerin sayıları sık sık dile getirildiğini biliyorsunuz.
Sabahın erken saatlerinden itibaren koşuşturmaya başlayıp, saatlerce hastanelerden eksik olmayan hastaların derdine derman olmaya çalışan sağlık emekçileri var olsun.
Birkaç bloku yıkılan hastanenin bazı bölümleri Bahçelievler’e taşındığından, Bakırköye gelen hastaların o tarafa yönlendirilmesi de gereksiz bir kalabalık oluşturduğu gibi, uyarılmadan gelen ziyaretçileri de zorluyor.
-Tahlil yapılmak üzere verdiğiniz kan tüpünü başka bir binaya götürüp kendiniz veriyorsunuz. Eğer kimseniz yok ve yalnız geldiyseniz bunu yapmak hasta için son derece zor.
-Acil kısmında kadın / erkek ve bir de engelli tuvaleti olmak üzere üç tuvalet var. Ancak engelli tuvaleti arızalı olduğundan kullanım dışı. Üstelik öyle 3-5 gün değil, aylarca kapalıydı.
Tuvaletler alaturka.Tekerlekli sandalye ile hastaneye getirilen hasta o tuvaleti kullanmak zorunda ama takdir edersiniz ki bu mümkün değil!
-Tuvaletlerdeki hijyen, kağıt vs.gibi temizlik işlerinden bahsedemiyorum ne yazık ki.
-Hasta yakınları sedyelerde, tekerlekli sandalyelerede hastalarını bir oraya, bir buraya kendileri taşıyor.
-Bir bloktan diğer bloka hastayı götürüp işlem yapmanızı istiyorlar. Ayakta duramayan hastayı zar zor o bölüme götürdünüz diyelim. Ama bir kat aşağı merdivenlerden indirmeniz gerekiyor. Asansörlerin önlerine uzun bekleme koltukları konmuş ve kapatılmış.
“Başka geçiş yok mu?” diye sorduğunuzda alacağınız cevap belli.
Yanınızda güçlü biri varsa kucaklayıp götürmekten başka çareniz yok.
-Acilde serum takılanlar koltuklarda, diğerleri dışarıda bir yerlerde sıra bekliyor. Sedyeli tarafta beş yatak var ve sürekli dolu.
-Sağlık emekçileri her tarafa canla başla yetişmeye çalışıyor ancak bu kadar çok hastaya yetemiyorlar.
Bu sırada konuşulanları da aktarayım; sedyede yatan bir hasta artık dayanamayıp bağırmaya başlıyor:
“Paran varsa sağlık var. Sabahın dokuzundan bu yana bekliyorum doktor yok. Yata yata çürüdüm burada. Doktor yoksa yok deyin!”
Ayakları kan içinde başka bir hasta yürümekte zorlanıyor. O da acı içinde serzenişte bulunuyor. “Tanıdığın varsa her işin hallolur. Ben bu pansumanı nerede yaptıracağım? Oradan oraya yollayıp duruyorlar.”
“Ne oluyor ya, 40 yıl geriye mi gidiyoruz?
-Asansörler sık sık arıza yapıyor. Bunu yaşayan insanlar dualarla inip çıkıyor.
Zaten asansör kabini içerisindeki etiketlerin renklerine bakınca, uygun şartlara uymadığı apaçık anlaşılıyor. Güvenli olarak kabul edilen yeşil etiketi kullandığım hiçbir asansörde göremedim.
Tekerlikli sandalye ile hastanenin acil servisine getirilen bir hastanın refakatçisinin, binanın en üst katına çıkmaları gerektiğini, ancak asansörün çalışmadığını söyleyen görevliye “tekerlikli sandalye ile ben o kadar nasıl çıkacağım” diyerek dile getirdiği haklı isyanını burada yaşananlara bir örnek olarak koyabiliriz.
Yataklı servislerde hastalara verilen kahvaltıya, ambulans şikayetlerine hiç girmeyeyim...
OTOPARK VAR AMA YOK!

Sırdaki hastane, Kocamustafapaşa’da bulunan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi.
Burada da oldukça karmaşık bir durum var. Otopark var ama yok. Çoğu kısım çalışanlara ayrıldığından her yer bariyerli. Çaresizlikten, araçlarının altını vurma pahasına, kaldırımlara park ediyorlar.
Burada da Bakırköy Devlet Hastanesinde olduğu gibi binaların yıkımı ve tadilat yapılan alanlarla karşılaşıyorsunuz.
Önce hasta kaydını yapıyorsunuz. Kayıt yapılan yerde para tahsilatı yapılmadığından, bilmem hangi bloktaki vezneye koşturuyorsunuz. Oradan sonra, sıra beklemeye geliyor. Asla saatinde muayene olamıyorsunuz. Artık ne zaman içeri çağırılırsanız.
Hastanenin bir tuhaf uygulaması da şu; MR, ultrason gibi görüntülemeler için yine başka bir bloktan kayıt yaptırıyorsunuz. Ancak sizi sevk ettikleri hastaneye gidip işlemi yaptırmadan önce yeniden buraya gelmenizi, yoksa işlemin iptal edileceğini belirtiyorlar.
Ve o gün İstanbul’un trafiğinde randevu aldığınız işlemi teyit etmek için yeniden hastanenin yollarına düşüyorsunuz.
Yine kayıt, yine ödeme...
Başka illerden gelenler için durum daha da dramatik.
Orada bulunan yetkiliye soruyorum; “Neden ilk geldiğimde, randevuyu oluşturduğumda bu ücreti ödeyemiyorum? Niçin tekrar buraya geliyorum.”
Yetkilinin cevabı; “sistem böyle, randevu alıp gelmeyenler oluyor. Mağduriyet olmasın diye”
Aslında durum basit.
Sen al ne kadarsa ücreti, gelmeyen hasta da ödediği paradan feragat etsin! İnsanları bu kadar yormaya değer mi?
Muayene, görüntüleme randevusu, emar / ultrason vs.çekimi günü derken, üç gününüz kayıp!
Bir tuhaflık da muayene olunan doktorlarla alakalı. Bazı bölümlere randevu almak isteyip, ilgili merkezi aradığınızda isimleri görünmeyen doktorlar var. Onlara ulaşmak için hastaneye gidip bölümün sekreterine başvurmak gerekiyormuş. İsminizi deftere kayıt ediyorlar, sizi arayacaklarını söylüyorlar. Bekleme süreci başlıyor. Artık ne zaman sıra gelirse...
Ekonomik koşullar, gelir dağılımının adaletsizliğinden doğan ve artarak devam eden yoksulluk, giderek sağlıksız bir toplum yaratıyor.
Sistem öyle bir hale geldi ki, tedaviye de, teşhise de ulaşmak giderek zorlaşıyor.
Hastanelerin en iyileri elbette canla başla çalışan doktorlar ve hemşireler.
İyi ki varlar.
Sevgiyle kalın